|
|
|
Bölüm 3
ANIT VE SIR
-I-
Demir pek çok sorusuna yüce ağacın gölgesinde yanıt bulmuştu. En azından düşüncelerin deki karamsarlık ve karmaşa yerini kararlılık ve inanca bırakmıştı. Artık yapması gereken mektubu sahibine bir an evvel en kısa yoldan ulaştırmasıydı. Bu görev hayatında aldığı en önemli emirdi. Çünkü; bu emir Devran tarafından verilmişti. Demir gerçekten de çok sadık bir askerdi.
Ulaşması gereken yere varmak için, öncelikle nerede olduğunu anlamalıydı. Atının üzerinde yol alırken bir taraftanda dikkatlice etrafını inceliyordu. Doğa o yüce ağacın gölgesinde dinlenirken nasılda hızlıca değişmişti. Ancak olanları yeni yeni idrak ediyordu. O Zamanın efendisiyle yüce ağacın gölgesinde konuşurken, zaman hiç ilerlememişti. “Karanlık” diye mırıldandı kendi kendine, kara efendiler bu kez gerçekten çok farklı bir yol izliyorlardı. Sinisice tüm dünyayı değiştirmeye başlımışlardı bile. Demir olanların farkında olan son ölümlüydü belkide.
Tam derin düşüncelere dalmaya başlayacakken, on üç yada on dört at boyu mesafade karşısında duran yıkık dökük bir heykel kalıntısı dikkatini çekti. Atının yularını yavaşça kendisine doğru çekerek koşmayan ama acele etmeye başlayan atını yavaşlattı. Heykelin parçaları neredeyse, atmış yay genişliğinde bir alana dağılmıştı. Yere sabitlenmiş ve heykeli üzerinde taşıyan büyük taş hala olması gereken yerdeydi. Önce atından indi, atının yüzünü biraz okşadıktan sonra, devasa taşın üzerindeki tozlanmış yazıtları, elleriyle temizleyerek okumaya çalıştı, ama yazıtları okuması imkansızdı, Çünkü yazıtlar Yılan dilinde yazılmıştı. Askeri eğitimi sırasında bu dil hakkında bilgi edinmişti, ama bu yazıtta kullanılan dil, asırlar öncesine aitti. Aslında nedere olduğunu fark etmeye başladı, yinede emin olamıyordu, Bir kaç adım arkasında bıraktığı atının yularından tutarak güneye doğru yürümeye başladı. Heykele çok büyük bir kaya çarpmış olmalıydı, çünkü bu düşündüğü şeyse ve sandığı yerdeyse, yılan gözlüler bu heykeli yıkmak bir yana, o heykele zarar vereni idam ederlerdi. Yaklaşık otuz adım daha ilerledi, şüpheliydi ama bir yandanda nerede olduğunu biliyor gibiydi. Yeşil gölzeri uzaktan kaya parçası gibi görünen heykelin baş figürüne bir anda kitleneverdi. Haklıydı, şüpheleri yersizdi! Bu heykel yılan gözlü inancına göre, Ataları olarak saydıkları, Kasalay’ a aitti. Yılan gözlü inancına Kasalay Mos’ ta ilk varan olan yılan gözlüydü, ve ilk yılan gözlü yumurtalarını o toprağa bırkamıştı. Nasıl olurda, yılan gözlü medeniyeti birden tarihe karışırdı.Bu heykellin bulunması gereken yer, Yılan gözlülerin başkenti olan Mavdar’ ın meydanıydı. Dahası Etrafta yılan gözlü medeniyetine başka bir kalıntıda yoktu. Demir henüz genç bir askeri okul öğrencisiyken, bu meydana gelmiş, yılan gözlü ordusu ve medeniyeti hakkında hocalarından dersler almıştı.
“İşte bir soru daha” diye aklından geçirdi Demir. Bu sırada kaşlarını çatmayıda ihmal etmedi. O’ nu korkutan asıl şey daha nelerle karşılaşacağıydı.
Yüce ağacın ardınaki şelaledeki su kapısından geçtikten sonra bu meydanda ulaşmıştı.
Tüm bunları bir yana bırakıp tekrar görevini anımsadı. Kurt topraklarına ulaşması için, izlemesi gereken yolu kafasında hızlıca planladı. Kurt toprakları Ölüm vadisinin kuzeyindeydi, yani O bulunduğu yerden once kuzeybatıya ilerliyecek, ölüm vadisine varışının ardından, kuzeye yönelerk varmak istedği yere varacaktı. Yola koyulma zamanı diye düşündü, çevik bir hareketle atına atladı, ve yola koyuldu.
-II-
Yaklaşik üç güneş aşamasından beri yoldaydı, güneş yerini Mos’ un iki ayına bırakmak üzereydi. Hava kızıl rengini yaklaşık on dakika kadar once iyice karartmaya başlamıştı.
Demir ölüm vadisindeki zafer anıtının olduğu yere varmıştı bile. Dağların arasındaki Ejderha vadisi, bir vakitler burası ejdarha topraklarıydı. Fakat yılangözlüler ve insanlar ejdarhaların soylarını tükemtişti.Büyük savaşın yapıldığı milyonlarca ölü askerin ruhlarına terk edilmiş çorak topraklar. Kuzeyi kurt toprakları, güneyi ise insan yopraklarıydı. Doğusunda ise yılan gözlülülerin toprakları vardı. Anıt pek hatırladığı gibi değildi. Anıt tüm ihtişami ile Demir’ in karşısında duruyordu. yazıtların kısalığı dikkatini çekmişti. Anıtın altındaki yazıtlar sanki usta bir heykel tıraş tarafından değiştirilmişti. Demir’ in hatırladığı yazıtta şunlar yazıyordu :
“Halkları barışa, dostluğa ve adelete kavuşturan Hakan Duman için yazılmıştır;
Ey! Hakanların Hakanı, senin bilgeliğin ve zekanla, tekrar dünyamız huzura kavşutu,
Ey! İnsanların yüce lideri sen bizleri bayrağın etrafında topladın ve birleştirdin.
Ey! Efendilerin soyundan gelen bağlılığımız sonsuzadek sana ve senin soyunadır.
İki ay bütün olsa, güneş yerini karanlığa bıraksa, En verimli topraklar bataklık olsa bile senin ve soyunun güneşi sonzudek Mos’ u ısıtacaktır
Askerlerin Her zaman şu sözlerle yemin edecektir:
Bizler güneşin ve efendilerin hizmetkarıyız, kılıçlarımız ancak adalet için kınından çıkar
Sadece adalet ve doğruluk için savaşır, çaresizleri korumak için kan akıtırız
Bağlılığımız halkamıza, şehit atalarımızın ruhlarına ve Hakanımız Dumanadır
Bizler aldığımız canlar kadar değil, kurtardığımız hayatlar kadar Onurlu olacağız.
Sana minattarız, Efendimiz Duman
Bu yazıt bilge Krom tarafından, aydınlık çağın ilk yılında yazdırılmıştır.”
Demir’ in tüm dikkatini vererek okuduğu yazıtlarda ise şunlar yazıyordu.:
“Halkları barışa, dostluğa ve adelete kavuşturan Hakan Duman için yazılmıştır;
Ey! Hakanların Hakanı, senin bilgeliğin ve zekanla, tekrar dünyamız huzura kavşutu,
Ey! İnsanların yüce lideri sen bizleri bayrağın etrafında topladın ve birleştirdin.
Ey! Efendilerin soyundan gelen bağlılığımız sonsuzadek kurduğun imparatorluğadır..
İki ay bütün olsa, güneş yerini karanlığa bıraksa, En verimli topraklar bataklık olsa bile senin kurduğun bu imparatorluk sonzudek korunacaktır!
Huzur içinde uyu Yüce Babamız.
Bu yazıt Genaral Krom tarafından, aydınlık çağın on ikinci yılında yeniden yazdırılmıştır.”
Demir yazıtları okuduktan sonra kendisini, dipsiz bir kuyuya doğru düşüyormuş gibi hissetti. O’ nun geldiği gerçeklikte, Hakan Duman Demir’ in her sabah ettiği yeminde bağlılığını sunduğu kişiydi. Hakanla hiç bire bir konuşmamıştı, ancak Mos askerleri için Dumanın anlamı çok büyüktü. Büyük yıkımda, ailelerini kaybeden pek çok genç liderlerine bağlılık yemini ederek asker olmuştu. Demir yazıtı Atının üzerindeyken okumuştu, sivri biçimli kara miğferini çıkardı ve koltuğunu altına aldı. Atından tek bir harketle iniverdi. Miğferini –tıpkı asker yemini ederken yaptığı gibi- sağ ayağının yanına koydu. Kılıcını kınından çekti ve toprağa sertçe sapladı. Elleriyle kılıcından destek alarak, diz çöktü. Gözlerinden kurumuş toprağa iki damla yaş, düştü. Başını –göz yaşları akmaya devam ederken- yavaşça yukarıya kaldırdı, her zaman bağlı kalacağı liderinin üç adam boyundaki heykeline baktı.Anıtın yazıt bölümünün üzerinde yükselen heykel değimemişti. Hakan Duman elinde Elmas kılıcını, tıpkı kara ordu ile karşılaştığında verdiği “Saldırın!” emrindeki gibi ileri doğru uzatmıştı. Kaşları çatıktı ve gerçekten zaferinden emin bir komutan gibi bakıyordu. Uzun saçları omuzlarını kapatıyor, ve bilgeliğinin göstergesi olan sakalı yüzünü kaplıyordu. Demir’ in mavi olduğundan emin olduğu gözleri gelecek ve barış vaad ediyordu.
Demir’ in üzgün ifadesi yerini yavaşça babasının intikamını almak isteyen bir çocuğun bakışlarına dönüşmeye başlamıştı. Neler olduğunu bu kez hiç merak etmemişti. Düşündüğü tek şey kılıcını Duman’ ı öldüren kişinin kalbine saplamaktı.Bir an duraksadı, Hala yapması gereken bir iş vardı. Bilge oğlu Gölge’ yi bulmak için vakit gid gide daralıyordu, acele etmeliydi. Atına tekrar binmek için arkasını döndü, ancak atı yerdeki kurumuş otları yemeye başlamıştı. Aslında kendini –yazıtı okuduktan sonra- pek aç hissetmiyordu ama güçlü olması gerekşyordu. Atının eğerine asılı olan yılan derisi çantadan biraz tuzlanmış et ve kurutulmuş ekmek, çıkardı. Atı oltlamaya devam ederken, oda asker erzağını yemeğe koyuldu, bir taraftanda içindeki intikam ateşini körüklüyordu. Duyduğu bazı söylentiler göre Duman’ ın en azından üç adam kadar güçlü olduğu ve çok iyi bir kılıç ustası olduğundan bahsedilirdi. Bu söylentilerin doğruluk payı büyüktü çünkü, Elmas kılıç gerçektende çok ağırdı. Onu kullanacak olan kişi çok güçlü ve dayanıklı olmalıydı. Bu kadar güçlü biri bir kavgada kolayca ölemezdi, muhtemelen kurulan bir düzenle Duman öldürülmüştü. Yemeğini yerken yorgunluk iyice bedenini sarmaya başlamıştı. Acelesi vardı ancak atı ve kendisi dinlenmeliydi. Artık yolda başına nelerin geleceği konusunda ciddi endişeleri vardı. Bu yüzden dingin ve dinlenmiş olmalıydı.
Zırlarını çıkardı ve zafer anıtının önünde uyuyamayacağını düşünerek, uzandı. Bir eli kılıcını sertçe tutuyor, bedeni dinlenmek istiyor fakat düşünceleri uykuya dalmasına müsade etmiyordu. Demir uykuyla uyanıklık arasındaki o noktaya kapıldığında, yaklaşık bir ay aşaması olmuştu.
Tam uyumadığına inanmaya başladığında; rüya görmeye başlamıştı bile. Sabah iki arkadaşıyla çıktığı şafak devriyesi görevinde olan olaylardan, Savaşın dört yemini tekrar edişini , Tasara’ nın “Onbaşııııı… Vakitttt kalmmmadıııı gidinnnn! “ demesini ve ardından Tasara’ nın Zümrüt ormanındaki şelaleye at sürmesini görüyordu. Gördüğü rüyanın burasında birden benlik bilincine kavuştu, ve çıplak olan ayaklarıyla Tasara’ nın ardınan patika yolu izleyerek koşmaya başaldı. Patika yolda koşarken arkasına dönüp baktığında kendisini Beyaz şahin zırhlarnı kuşanmış, Savaş’ ı Rüzgaryelenin arkasına yatırırken gördü. Bakışlarını kahverengi atıyla dört nala, yol alan Tasaraya tekrar çevirdi, O’ na yetişmek için tüm gücüyle koşuyordu, şelalenin sesini duymaya başlamıştı bile. Tasara çoktan Şelaleye varmıştı. Demir üç at boyu mesafe aldıktan sonra Tasarayı görebileceği bir yeri kendine seçti ve olanları izlemeye başladı. Demir’ in durduğu yer zümrüt ormaındaki dev ağaçlardan birinin tam yanıydı. Eliyle ağaca dayanmış bir yandan nefesini düzenlemeye çalışırken, bir yandanda tasarayı izliyordu. Ciğerleri çok geniş ve dayanıklıydı bu mesafede genellikle pek yorulmazdı ama ciğerlerini çok küçük hissediyordu.
Tasara önce tüm yılan gözlülerinin yaptığı gibi çatallı dilini ara ara dışarı çıkararak ve tıslayarak etraftaki kokuları ayrıt etmeye başladı. Şelaleden etrafa saçılan su zerreleri koku almasını zorlaştırıyordu yinede Tasara düşmanın koksunu almıştı. Bir yılan gözlü çevikliğiyle hızlıca atından indi ve atının sırtındaki deri eğere asılı olan kalkanını hızlıca çekti. Sırtından önce yayını çıkarıdı. Bir insan kalkanına göre daha büyük ve geniş olan kalkanın iki eliyle tutarak, nemli toprağa şelalenin tam karşısına sapladı. Kalkanın kolayca düşmeyeceğinden emin olduktan sonra, kalkanın arkasına geçti ve yayını yatay olarak kalkanın üzerinde gerdi. Düşman Demir’ in de kullandığı su kapılarından birinden gelmeye başlamıştı. Hergün huzur verici buldukları doğa harikası olan şelale, artık karanlığın kapısı olmuştu. Düşman kendini hissetirmeye başladıkça, kuşlar yönlerini karıştırmışcasına kaçışıyor, ağaç kavuklarında yaşayan diğer hayvanlar yuvalarına gizleniyordu. Aniden şelalenin içinden beş yeşil derili yılan gözlü testereyi anımsatan kılıçlarıyla çıktılar.
Tasara önce çok güçlü bir tıslama sesi çıkardı, karşısında duran düşman aynı sesi daha güçlüce çıkararak tüm ormana duyurdu sanki, Tasara tüm çevikliğiyle iki yılan gözlüyü oklarıyla kalplerinden vurarak düşürdü, ayağa kalktı ve kalkanını topraktan söktü, belindeki kılıcını çekti, rütbeli olduğu anlaşılan yılan gözlü askelere kılıcıyla Tasaray’ ı gösterdi, İki düşmanın kılıçları bir saniyeden daha kısa bir zamanda, Tasaranın kalkanına vurdu. Tasara bir adım geriye çekildi, kalkanın güçlüce iterek düşmanların kılıç tutan kollarını adeta havadaki birer balonmuş gibi boşa getirdi ve sivri uçlu kılıcını savurarak iki yılangözlünün gırtlaklarını kesti. Bir kaç saniye daha ayakta kalabilen yılan gözlülerin ikiside düştü. Kılıcını elinde tutan bir tek düşman kalmıştı artık, Önce kalkanını düşmana bütün gücüyle fırlattı, Rütbeli olan kara yılan gözlü, tam kalkanı savuşturuken Tasara kılıcını bir mızrak gibi yılan gözlünün göğüsüne fırlattı . Kalkandan kurtulan düşman bu kez tasaranın kılıcının acısıyla diz çöktü ve güçlü kolunda tutuğu kılıç yere düştü. Tasara bir kez daha sertçe tısladı. Ardından kendi kendine “Hımmmm Tıssssss! Beşiiii gitttiiii –tısss- yirmiii beşş! kaldıııııı!” dedi. Tasara diliyle tekrar havayı koklamaya başladı, kalkanını bu kez yüzünü Demir’ in olduğu yerin elli adım sağına doğru çevirdi, şelaleye ulaşan patikanın, insan köylerine uzanan tarafında doğru gözlerini dikkatlice kitledi. Yayını tekrar kalkanın üzerinden yatay olarak gerdi.
Tıslama sesleri neredeyse Demir’ i sağar edecek derecede artmıştı. Kulaklarını iki eliyle bastırıyordu ama nafile yinede seslerden rahatsız olmaya devam ediyordu. Tasara “Tısssss İşşşteeeee yirrmi beşşşş –tısss- ahmakkk! Hımmm” dedi kendi kendine. Demir birazdan dostunun ölceğini hissetneye başlamıştı ancak; bişey yapmak için kendini çok güçsüz hissediyordu.
Düşman Tasaranın karşısından, uzun ve hızlı adımlarla gelmeyle başlamıştı bile. Bu anda Demir’ in asla tahmin edemiyeceği bir şey oldu, Tasara çatallı dilini bir kaç kez daha havada gezdirdi ve ayağa kalktı. Yayını yere attı ve karşıdan gelen en iri yılan gözlüyle bakışmaya başladı. Kendini diğerleriden ayırt edici özelliklere sahip olan yılan gözlü, duruşu ve bakışlarıyla Tasarayı anımsatıyordu. Tasaradan çok daha geniş omuzlara ve kalın kollara sahipti. Derisinin rengi tıpkı Tasara gibi koyu kahve renginden biraz daha açıktı. Askelerine şöyle seslendi “Tıssss oklarınızzzzıı yerrrrine –tıss- koyun!” Kara lider Tasaranın yanına kadar geldi, ve dediki “Bizzze katttılll –tısss- oğlummm!’ Tasara başını yavaşça öne eğdi “Baaba –tısssss- sennnde karanllığa karrrşı –tısss- Duman’ la savaşşşmıştın –tıssss-“ Manalvar tekrar konuştu “Hımmmmm Artıkkkk –tısss- karrrrşıı koyamayızzz –tıssss- -hımmmm- bannna katılll ve yaşşa –tısss-“ Yılan gözlü geleneklerinde yumurtaları toprağa bırakan baba, evladının yaşam yada ölüm hakkınıda sahipti. Demir bu durumun bilincindeydi. Manalvar aniden oğlunu boynundan kavradı ve yerden biraz havaya kaldırdı “Hımmmm –tısss- Oğlum bu sonn şanssssın bizzze katıllll –tıssss- “ Tasara dilini bir kez daha dışarı çıkardı, ve “Asssslaaa –tısss-‘ dedi. Manalvar Tasarayı havada önce sağa doğru salladı ve bileğini sola doğru çevirerek oğlunun boynunu kırdı. Demir’ in bakışları donuklaşmıştı, yılan gözlülerin ne kadar vahşi olduklarını biliyordu ama ilk defa böyle bir olaya şahit oluyordu, olduğu yerde dizlerinin üzerine çöktü ve bir çocuk gibi ağlamaya başladı. Manalvar Tasaranın cesedini, yere değersiz bir eşyaymış gibi, bırakıverdi. “Hımmm süvaririyi –tısss- bulalllım –tısss-“ dedikten sonra hızlıca Demir’ in o saat Savaşı götürdüğü yönde doğru koşmaya başladılar.
Demir koşarak tasaranın yanına vardı, “Dostum” dedi ve Tasaranın göz kapaklarını elleriyle kapattı. Demir gördüğü rüya boyunca, aslında çocuk bedenindeydi, bu yüzden kendini güçsüz hissediyor ve nefe nefese kalıyordu.
Birden etrafındaki herşey yok oldu ve kendini beyaz bir boşluğun tam ortasında buluverdi. Her yer göz alıcı beyaz renkteydi, çok uzaklardan bir kadın sesi –bu ses O’ na annesini anımsatmıştı- ona şunları söyledi “Uyan! oğlum, Hazırlan. Artık olanları gördün, vakit yola devam etme vakti.” Demir ter içinde uyandı. İki ay gökyüzünde en ergin dönemlerine ulaşmıştı ve uzaklardan kurtların ulumaları duyuluyodu. Biraz ötesinde yatan atını ıslık çalarak uyandırdı, zırhlarını giydi ve atına atladı…
|
|
|
|
|
|
|